EBRU ÇOBANOĞLU gulenkoyu@gmail.com 27 Mart 2012 Salı GÜN BU GÜN! Acaba, yazsam mı?.. Yazmasam mı?..
Çok düşündüm ve tüm yorgunluğuma rağmen söylemek istediklerimi anlatmak için parmaklarım dokunuyor klavyenin tuşuna…
17 Mart 2012 Saat: 01.00
Dernekte, o büyük dayanışma gününden bir önceki gün son rötuşları yaptık. Benim karın ağrılarım o saatlerde başladı ama belli etmemeye çalışıyordum. Her şeyi son ana kadar sil baştan yapıyorduk çünkü… Önümüze hep engeller çıkıyordu. Köstek olmaya çalışanlar ve can sıkanlar çok vardı etrafımızda, ayaklarımıza dolanıyorlardı hep ama ne kadar sinirlensek de özellikle ben, ne kadar gerilsem de sıkı sıkıya bağlanarak, her şeye rağmen
“tarih bizi yazacak ve her şey mükemmel olacak” diyorduk.
Önemli olan köstekleri, köstebek gibi yerin dibinden çıkarmamaktı ve ben kendimi o gün iki ile çarpacaktım, kafaya koymuştum. Bunu kendim için değil, yönetimim için yapmak zorundaydım. Sonuçta profesyonel değildim ben değil mi? Etrafımızda profesyoneller kol geziyordu zaten. Karnım o kadar ağrıyordu ki, bunu dediğimde Yavuz Ağabey, beni yanlış anlayıp kalemi masaya bırakarak bana kızmıştı. Toplantılarda dalıp dalıp gittiğim için
“heyy eğtiyar! Hanesun?” diye seslenince kendime geliyordum. . Slaytlar harikaydı ve hepimizi alıp götürüyordu. Onlara,
“programı hiç umursamıyorum” diyordum… Ahhh! Yavuz ağabey, ne bilsin, iş yerinde mesai arkadaşlarımı rehin alıp
“beni alkışlayacaksınız, çünkü; ben harikayım” deyip onları karşıma dizerek provalar yaptığımı? Belli bir noktada dalıp kaldığımda, 18 Mart 2012’yi hayal ederek, gelen tebrikleri kabul ettiğimi hayalimde… Her zaman yönetimime
“göreceksiniz, herkes sizi tebrik edecek” diyordum. Böyle durumlarda motivasyon çok çok önemli ve her şey ekip işiydi. Yavuz Biber, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüyordu. Ahmet Aktürk, yapılan her şeye onay verip,
“prenses harikasın” diyordu, tabii böylece bende şımartılmaya alışıyordum gitgide… Kenan Yazıcı ile durmadan sabahtan akşama kadar mesaj ve telefonla stres atıyordum. Ne olursa ona anlatıyordum. Sağolsun en çok kahrımı çeken kişi kendisiydi. 18 Mart 2012 ye kadar böyle geçti son iki ay… Akşam iş dönüşü GÜLENDER de toplanarak, aslında güzel de stres atıyorduk. Yemekleri yedikten sonra üstüne tatlı keyfimizi de yapmıyor değildik hani….
18 Mart 2012
Sabah kalktım…
“Herşey mükemmel olacak ve tarih bizi yazacak” dedim kendi kendime. Hazırlandım, bazı çıktıları almak için derneğe geçtim. Cengiz Akyol geldi. Yanında da, programda da dediğim gibi yeni tanıdığım köylülerim Adem ve İbrahim vardı. Babam, Cengiz Akyol’a
“araba var mı uşağım” sorusunu yönelttikten sonra
“evet” cevabını alınca beni dernekte bırakıp gitti.
Arabaya bindik, keyfim yerinde, kolay değil tarih yazacak bizi. Arabada, yapıyorum prova Adem’le, İbrahim’de alkışlıyorlar. Zaten hiç susmadım. Ben anlattım onlar dinledi. Bir nevi GÜLENDER’in sesi radyosu gibiydim ön koltukta…
Trafik tıkandı, bir müddet sonra hiç susmayan telefonum yine çaldı. Arayan Ahmet Aktürk;
“Ebru, her yer tıkalı buralar karışık dikkatli gel, başka yolu kullan”…. İyi de nasıl olacak bu?.. Yolda da muhabbet ediyoruz, ben yerdeki cam kırıklarını ve kaldırım taşlarının söküldüğünü görüp
“ne olacak bunların hali? Bunlara karşı biz birliğimizi hep korumalıyız” diye bazen hiddetleniyorum. Bir yandan da provaya devam…
Söz dinlerim, Ahmet ağabey başka yolu kullan dedi. Cengiz ağabeyde bizi yolun öteki tarafında köprüde indirdi. Kalabalık var, ben durumu çözemiyorum, geç kalmışım zaten, programa odaklıyım… İbrahim,
“yaw İstanbul’un trafiği gibi insanı da sıkıntılı, köprüye bak tıkabasa” deyince etrafa bakıyorum puşiler sarılmış, sarı, kırmızı, yeşil en çok sevdiğim ama yan yana gelince anlamsızlaşan lanet olası renk cümbüşü bir arada… Kenara doğru itiyorum öndekini, sollama yapıyorum ayarsız bir şekilde.
“Çekilin, çekilin geç kalıyorum”…
Sanki, onlarda beni bekliyormuş gibiydi.
“Köprüden, Ebru geçse de başlasa eylem” diye… Bizim uşakları da kolluyorum
“beni takip edin”… Biri bağırdı…
“Polis geliyor, kaçın”… Ahh ahhh! Diyorum ya sadece program odaklıyım ve her şey mükemmel olacak deyip durduğum için anlam veremiyorum hiçbir şeye… Bende onlarla kaçıyorum. Yediğim gaz bombasıyla etrafımı göremiyorum, nefeste alamıyorum yapıştığım korkuluklarda dünyam karardı. Nerdeyim ben? Aklımdan neler geçiyor bir bilseniz, abartısız?
“Program ne olacak? Aşağı atlasam kurtulur muyum? Molotof ne taraftan gelir? Peki ya oğlumu öpmeden ölürsem?”... Ahhh oğlum!.. İçim sızladı, kalbime ağrı girdi. Peki, geride bıraktıklarım?.. Ailem, köylülerim?.. Sol yanım çok acıyordu…
Başım sıkışınca hemen koştuğum kişi telefonda, ağlayarak
“ Kenan ağabey, kurtar beni köprüdeyim, ne olur kurtar”… “Ebru çıkamıyoruz, dışarı bırakmıyorlar bizi”… Telefon kapandı. O arada Adem ile İbrahim’i de kaybetmiştim zaten… Bir müddet sonra Adem tuttu kolumu,
“yürü” dedi. Ne yapalım? Aşağı mı gidelim, yukarı mı? Aşağı koştuk. Geçiş yok. Kendimi ana yola attım. Herkes suratıma bakıyor, durdu trafik. ALLAH’ım bir tane de mi olmaz bu memlekette polis?
“Gelin” dedim,
“beni takip edin”… Karşıya geçtik, korkuluğu tırmanıp yolun orta kısmına geldik. Yine köprüye çıkacağız, başka yol yok. Çıktık köprüye, indik 1453’e… ALLAH’ım, biz nerdeyiz yine? Çevik kuvvet karşıda, biz yine o ALLAH’ın cezası topluluğun tarafındayız. Telefon çaldı. Kenan Yazıcı,
“Ebru nerdesin?” “Valla, ben eylemdeyim, sen nerdesin?” Kardeşim, bulamıyoruz ki kapıyı… Zaten gözlerimden yaşlar süzülüyor hâlâ… Eveettt, bende tam diyordum çevik kuvvet ne zaman geçer harekete diye… İşte o an, harekete geçtiler ve koşuşturma. Başımı aldım ellerimin arasına, kapadım gözümü
“ben onlardan değilim”… ALLAH’ım, işte kapıyı bulduk sonunda,
“koşun”… Güvenlik, açmıyor kapıyı.
“Kimsin?“ Acaba neye benziyordum onun gözünde merak ettim ama soracak vaktim yoktu.
“Açsana kapıyı, program var.” Birazdan, tarihin bizi yazacağı programın… “Sunucuyum kardeşim, aç kapıyı.” “TRABZONLUYUZ”… Sanki,
“açıl susam açıl” demiştim. Kapı açıldı…
“Siz bana laf yetiştireceğinize, işinizi yapın. Bunlar bu kadar azana kadar önlem alsaydınız, halime bak. Bunların eylem haberi size akşamdan gelmedi mi?” diyerek öfkeme hâkim olmaya çalışsam da olamıyordum… Şükürler olsun karşımda yönetimim, bitkin, üzgün bir halde. İçeri girerken ben yinede
“her şey mükemmel olacak” diyerek girdim ve perişan bir halde geçtim odaya. Gözlerimden süzülen gözyaşını durdurmam mümkün değil. Metin Biber yanıma geldi.
“Ebru, ağlama geçti. Topla kendini, senin için buradayım, pasaklı”… Ben tabii şımararak topladım kendimi. Telefonum susmuyor. Annemlerde köprünün altında olayları yaşayarak geldiler salona herkes gibi… Oğlumu gördüm, koştu bana doğru burnunu kapatarak
“Ebu, ben koyktum, şen yoktun, pis koktu” Yavrum bembeyaz olmuş… Sonradan öğrendim, Kenan ağabeyin bir tanecik kızı Merve de
“ anne ben ölmek istemiyom, eve dönelim” dediğini ve zaten ben eridim, bittim…
Hadi toplanalım… Sahneler bekler beni… Her şeye inat, bugün herkes geldiği için mutlu olacaktı ve gelemeyenlerde pişman olacaktı… Moralimizi bozamayacaktı hiçbir şey, biz hep bunu diyerek gömdük yerin dibine tüm engelleri…
Canlı yayın öncesi başladı program, salonda kimse yok…
“Eyvahhh!...” Dolacaktı salon biliyordum ama
“ALLAH’ım kimseye bir şey olmasın, lütfen” diyerek bir yandan sunuyor bir yandan da dışarıdaki misafirleri düşünüyordum. Yayın gecikmeli olarak başladı. Olsun, hâlâ gözüm yaşlı olsa da, keyfim yerindeydi. Sahne benimdi…
Canlı yayına geçtik ama gelenler dikkatimi dağıtıyor, herkesin yüzü asık, herkes yorulmuş, herkes perişan, onlarda arbede ortasında kalmış zaten, benimde üstüm başım onca koşuşturmayla leş gibi olmuştu. Ne makyaj tazeledim ne üstümü düzelttim. Umrumda değildi ki hiç bir şey… Tek düşüncem belliydi benim…
Ekranlara yansıyan kısım benim nefret dolu sözlerimdi sadece, içimdeki kin daha da büyüyordu. Heyecan yoktu kesinlikle, sesimde nefret vardı…
Yavuz ağabeyi gözetliyordum sahneden, o bilmiyordu tabi ki, morali çok bozuktu. En ufak bir heyecan yoktu ama o kadar gergindim ki yaşadıklarımdan dolayı, dışarıdakiler beni rahatsız ediyordu. Onlar orda vatanımı bölüyor, ben sahnede susuyorum. Olmazdı bu… Şeytan
“dümdüz gitmemi” emrediyordu bana ama sakin olmalıydım. Günler önce gördüğüm ruya geldi aklıma. Sahnede, her şeyi unutup kalmış bir halde, çömelmiş ağlıyordum.
“Herşey güzel olacaktı, başa sarın her şeyi” diyordum, ağlayarak… Herkes gidiyordu yüzü asık… Ağlayarak uyanmıştım ruyadan… Yayının ilk dakikasında moral bozukluğundan dolayı içime doğru akıtarak göz yaşlarımı takıldım ve her şeyi unuttum. O ruya tekrar olmayacaktı sadece ruyada kalmalıydı. Döndüm sahne kenarında her zaman gözlerimin içine bakan biri, Ahmet ağabey
“harikasın” işareti yaparak
“ok” verdikten sonra kendime geldim. İşte o, beğendiğiniz sahnedeki ama bilmediğiniz perde arkasındaki olaylar böyle gelişmişti. Erkan Yazıcı’yı unutur muyum? Performansı çok güzeldi partnerimin ve yanıma gelerek
“bitanem çok güzel, devam et” diyerek beni motive ediyordu. Bu yönetime
“harikalığı öğrettim” yaa gülüyorum kendime… Ali Düzenli nerde diyeceksiniz bu yazıda. Fotoğraflardan fark etim ki bay jön, davetlilerle birlikte anı ölümsüzleştirmek için gülen yüzüyle hep fotoğraf çekilmiş. Hasan Akyol’da misafirlerle bizzat ilgilenip daha da pekiştiriyordu bu dayanışmayı.
Rejideki yönetmen ablaya kulaklıkla,
“nasıl gözüküyorum? Ben harikayım değil mi?” diyerek yine yaptım ukalalığımı ve onunda
“mükemmelsin güzelim” demesiyle şımardım iyice…
Dernekpazarı Beld. Bşk. Cemal Cevdet Cansız’ın programı beğenmesi ayaklarımı yerden kesti ve kim tutar ki beni?..
Gözüm, arada Abdullah Aktürk’ün masasına takılıyordu. Gayet keyifliydi. Anlıyordum ki, bir şeyler yolunda gidiyordu. O masa, bizi konuşacaktı sonradan…
Belirtmeden geçemem. Programda gösterilmek üzere Patiç, Karalahana sarması, Hamsi, Hamsili Ekmek, Muhlama, Çırıhta, Kuymak, Korgot gibi yöresel yemekler yaptı becerikli hanımlar ama ekranlardan gösteremedik. Program sonrası köylülerimiz dernekte afiyetle yemişler. Bal, şeker olsun… Ben huzurlarınızda; Emine Yazıcı, Hatice Yazıcı, Günay Say, Emine Biber, Fatma Biber, Şermin Biber, Ayşe Biber Karanlık, Canan Çobanoğlu, Gülcan Aktürk, Emine Aktürk’e sonsuz teşekkürler ediyorum hiç tereddütsüz bunları yaptıkları için ve özür diliyorum programda yer veremediğim için…
Ben bir şey daha belirtmek istiyorum. O kadar yorgundum ki herkese tek tek hoş geldiniz dedim masalarına giderek ve tanımadıklarımla tanıştım ama bazen gördüğüm kişileri görmedim. Görüşmediklerim, sakın yanlış anlamasınlar beni. Yani, beynim o kadar meşguldü ki baktıklarımı görmüyordum. Beden olarak ordaydım ruh olarak dışarıdaki olaylardaydım. Şimdi anladınız mı, ben
“NEDEN BİRLİK, NEDEN bu kadar DAYANIŞMA diyorum? Bunu bilin de artık, isterseniz her şey inceldiği yerden kopsun…
Biz, her şeyin güzel olması için çok çalıştık. Her zaman, her sözümde, her yazımda belirttiğim gibi dışarıdaki o beğenmediğimiz birlik içerisindeki topluluğa karşı dayanışma içerisinde olmalıyız diye demiştim… Evet, biz birbirimize bağlanmalıyız ki her şey daha da güzel olsun… Geleceğe, emin adımlarla ilerlemek için ve geleceğe daha güzel bakabilmek için
TRABZON-DERNEKPAZARI-GÜLEN KÖYÜ’nün önemini bilerek “ gitmesekte, kalmasakta o köy bizim köyümüzdür” diyerek, yazıma son verirken vazgeçiyorum yukarıda söylediğimden
“tarih bizi yazmadı, biz tarihi yeniden yazdık.” Tüm köylülerimize, bizi yalnız bırakmayan dostlarımıza, arkadaşlarımıza, hemşehrilerimize , ekranlardan bizleri izleyenlere ve mesaj atanlara, çalışmalarımızdan dolayı bize sabreden ailelerimize, beni telefonla arayıp tebrik edenlere, facebooktan bana ulaşıp gelemedikleri için pişman olduklarını söyleyenlere, özellikle de gördüğü güzellikleri kıskanmadan, kinayesiz tebrik etmeyi becerebilen herkese sonsuz teşekkürler ediyorum…
Gülen Köyü 3. görüşme, kaynaşma, eğlence ve kültürümüzü paylaşma programımıza,
“demek ki Trabzon’da olsa bile destek olunabilirmiş” dedirten Muhammet Aktürk, İsmail Düzenli’ye ve hayranı olduğum Dernekpazarı Köyleri Horon Ekibine sonsuz teşekkürler…
Ayrıca, dernek çatısı altında toplanmamıza vesile olarak, ilk ateşi yakan Nevzat Yazıcı’ya, önceki başkanlarımız Ahmet Akyol'a Abdullah Say’a ve Mehmet Düzenli’ye verdikleri emek için sonsuz teşekkürler…
TÜM KÖYLÜLERİMİ SEVİYORUM VE BEN BİR KEZ DAHA DÜŞTEN ÖTE MEMLEKET OLAN TRABZON DERNEKPAZARLI OLMAKTAN GURUR DUYUYORUM.