NİLGÜN AKTÜRK mahfi_e@mynet.com
17 Şubat 2011 Perşembe ZORAKİ KRAL Bir şeyleri güzel kılmanın basit bir formülü var aslında; içtenlik, belki başka bir adıyla samimiyet.
İçten gülüyorsa biri güzeldir, içten çıkıyorsa söz ağızdan etkiler. Beğendiğin film harika çekim tekniklerine sahip olmayabilir, samimidir mutlaka. En etkileyici şarkılar yaşanmışlık taşır sahibinden, hesaplı notalar değildir asla. Beğendiğin bir tasarım, başarılı bir iş, alınan bir hediye, yazılan bir yazı, bir bakış, kılınan bir namaz, edilen bir dua, çalışılan bir ders… zoraki değil, sırf yapmış olmak için değil, içten gelerek yapılıyorsa güzeldir asıl… o zaman gerçekten etkiler muhatabını…
Bu, içinden gelmeden yaptığın hiçbir şey güzel değildir anlamına gelmez tabi. Arada bariz bir fark vardır sadece, hissedilir bir fark, sonuçlarına yansıyan bir fark.
Düşünüyorum da hayatımda beni mutlu eden ne varsa içimden gelerek yaptıklarımdır mutlaka. Her zaman mümkün mü? Değil. Sorumluluklarımız var; bizi içimizden gelmeyenlere de mecbur kılan.
İstediğini yapıp, istemediğini yapmak zorunda olmamak; müthiş bir özgürlük. Maalesef hepimiz zaman zaman bu özgürlükten taviz vermek durumundayız.
Hiç düşündünüz mü, nedir sınırınız, nereye kadar yapabilirsiniz en fazla?
Mesela bir düşünün; İngiltere Kralının 2 oğlundan birisiniz. Biraz fizyolojik, ama daha çok psikolojik nedenlere dayalı olarak kekemesiniz. Sert kurallarla yetişmişsiniz, kekemeliğinizin yüzünüze vurulduğu diplomatik anlar var, gururunuzu inciten, insanların size bakışını basitleştiren… sonra babanız ölüyor, sizi değil, kardeşinizi işaret ediyor herkes… kardeşiniz aşık oluyor bir gün, yapmak istediği evlilik yüzünden siz tahta doğru itiliyorsunuz… Kral olmak zorundasınız…
Her şeye sahip gibi görünseniz de, mütevazi bir hayata özlem duyuyorsunuz aslında ve bilinçaltınızda yaşadığınız hayatı reddediyorsunuz… bilinçaltındaki bu reddediş kekemeliğinizi de tetikliyor aynı zamanda… kekemelik korkularınız biraz… tedirginlikleriniz… çocukluğunuza dair hatıralarınız, yaralarınız…
İstemiyorsunuz ama kaçamayacağınız bir sorumluluk… Kralsınız artık, zoraki kral…
Empati yapmaya çalışıyorum, kendimi düşünüyorum.
Bazen çalışmaktan ne kadar yorulduğumu mesela. Şöyle evden çıkmak zorunda olmasam bir zaman,1 ay mesela, dilediğim saatte uyansam, uykumu almış, güzel bir kahvaltı hazırlasam, yapsam sevdiklerimle, sofrayı toplasam sonra, temizlik yapsam, sonra çay demlesem, kitap okusam, film izlesem, araya sıkıştırmadan, kafamda bin tane düşünce olmadan namaz kılsam mesela, arkadaşlarımı arasam, vakitsiz buluşsak, yemekler pişirsem, kurabiye koksa ev, misafirler ağırlasam, misafir olsam, annemlerle boş muhabbetler yapsak havadan sudan, uzun uzun, telaşsız. Uyansam bi sabah, bugün güneş harika, sahilde yürümek ne güzel desem sahile insem, uyansam başka bi sabah, off hava çok soğuk, evden çıkılmaz bugün desem, sıcak evimden karı, yağmuru izlesem.
Her sabah değil ama bazı sabahlar bu hisle uyanıyorum. Ve o sabahlarda mecburiyetten işe gitmek, çalışmak bana o kadar zor geliyor ki…
Ya da canımın sıkkın olduğu zamanlar olur, içimden hiçbir şey yapmanın gelmediği zamanlar… korktuğum zamanlar… sorumluluk almaya hazır olmadığım zamanlar…kaçamak yapmak istediğim zamanlar…Nilgün hanım değil, evlat değil, abla değil…öylesine kendim olmak istediğim zamanlar, sıradan olmak istediğim zamanlar, içimden geleni yapmak istediğim zamanlar…bazen ağlamak, bazen gülmek, bazen eğlenmek, bazen durulmak istediğim zamanlar…
Tüm sorumluluklarıma, yapmak istemeden yapmak zorunda olduklarıma rağmen, kendi çapımda bir hareket alanım vardır mutlaka. Ve hayatımın mutlu, güzel anları onlardır aslında... O anlara sığar asıl başarılarım ,o anlarda hissederim yaşadığımı ,o anlarda güzeldir yaptıklarım, o anlarda güler gözlerim…
Bunlar 12 dalda Oscar adayı Zoraki Kral filmini izlerken ve sonrasında düşündüklerim, empati yapmaya çalışırken bunları düşündüm… sınırları çizilmiş bir hayat, kral olmak zorundayım sınırlı hayatı yaşamak zorundayım… üstelik istemiyorum… nefes alamazdım galiba…
6.George’da nefes alamıyor aslında, oyuncu zoraki kral rolünde o kadar başarılı ki, nefes alamadığını, kaçıp gitmek istediğini, ruhunun sıkıştığını her mimiğinde görebiliyorsun izlerken.
Filmi izlerken o kadar özdeşleştiriyorsunuz ki kendinizi, hissediyorsunuz o zorunluluğun verdiği acıyı… ama dikkatimi çeken bir detay daha var filmde… içinden gelmeden yaptığın şeyleri de güzelleştiren… sana güç veren… tutunmanı sağlayan… kaçmanı engelleyen… her şeyi daha katlanılır kılan; tüm korkularını kendini bilir gibi bilen, tüm korkularına, kusurlarına, yaralarına rağmen, kimse inanmadığında, alaycı gözlerle baktığında dahi ışığını kaybetmeden sana aşkla bakan bir çift göz…
Film ülkemizde vizyona girmedi henüz, yarın girecek, ben evde yurtdışı orijinal çekiminin üzerine alt yazı eklenmiş halini izledim. Ama bu kadar etkileneceğimi bilseydim mutlaka vizyonda izlemeyi beklerdim.
Eğer siz de bir Kralın zaaflarının, korkularının ,tahta çıkış sürecinde kekemeliğiyle savaşmasının çok gerçekçi ve insani halini görmek isterseniz, basında Cumhurbaşkanımızın da evde eşimle izledim ve çok beğendim demesiyle yer alan bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.
İstemediğiniz, içinizden gelmeyen hiçbir şeyi yapmak zorunda olmayın diye dua edeceğim ama çok realist bir dua olmayacak, o yüzden diliyorum ki, tüm zorunluluk ve zorluklara rağmen, hayatınızda size aşkla bakan bir çift göz olsun

Ve dipnot; bu köşede son yazımı yaklaşık 1,5 sene önce yayınlamıştım. Yazının içeriğine uygun olarak belirtmek isterim ki, içimden gelmeyen paylaşımlarımı okumak kimseye zevk vermeyecekti eminim. Tüm samimiyet ve içtenliğimle tekrar merhaba…
Tabi bu içtenlikte Kenan’ın yaz artık ısrarlarının etkisi göz ardı edilemez. Burdan da şöyle bir sonuç çıkarıyorum ki; bazen içimizden geleni açığa çıkarmak konusunda eksik olabiliriz, böyle zamanlarda birine onu açığa çıkarması için müsaade etmek zorunluluk değildir ve içtenliğini götürmez. Yalnızca teşekkürü hak eder 