AHMET AKTÜRK (HOCA) agulen61@gmail.com
16 Ocak 2011 Pazar EKSENDEN YANA OLMAK Hizmet eden hadimlerin boyunlarında her zaman yağlı urgan tehdidi olmuştur. Abdülhamit Han’dan Menderese, Özal’a, Erbakan’dan Erdoğan’a millete hizmet aşkıyla yananları “bazı güçler, gizli güçler” hep tehdit ededurmuştur. Bu liderler bazen korkudan, bazen de “Müslüman kanının akmasına sebep olmaktan duyacağı vicdan azabı” sebebiyle tahttan (iktidardan) çekilmiştir. Abdulhamit Han’ın 1909 yılındaki tarihte 31 Vak’ası olarak bilinen ihtilal sonucunda Selanik’ten gelen Hareket Ordusuna karşı takındığı tavır Müslüman kanının akmaması saikiyle yapılmıştır.Tarihin seyr-ü seferinde bu gibi olayları görmemiz mümkündür. Ve bu hadiseler çoklukla önümüze çıkmaktadır.
Tarih boyunca idareciler hep eleştirilmiş ama hesaplarını da tarihe karşı vermişlerdir. Öldükten sonra gerçek değerleri ortaya çıkmış, millet onları layık oldukları yere koyma ferasetini göstermiştir. Hiçbir dönemin yöneticisi tarihin acımasız yargısından kaçamamıştır. Zalimse zalimliğini, mazlumsa mazlumluğunu halk nazarında tarihin altın sayfalarında nakşettirmiştir.
Son zamanlarda “Eksen Kayması” ile siyasi linç girişimleri vicdanı hür kişilerin burun direklerini sızlatmaktadır. Bu suçlamaların otağı malumdur. Ama birileri ısrarla bu malum çevrelerin çorbasına çeşni olmak için nevale taşımakla meşgul olduklarını görmek insanı kahrediyor. Hala “hak” denen kelimenin anlamını, içeriğini, yükümlülüğünü bilemeyecek zihniyette olanların eleştirileri yıkıcılığı ve maksatlı çıkışları düşündürücüdür.
Ekseni kaydırmakla itham edildiğine göre var olanın kaydırılmasını istemeyenler anlaşılacağı malumdur. Peki, nedir mevcut eksen?
Kemalist düşüncenin toplumu istenildiği gibi yönlendirmesi ve Hak ve hakikat uğruna toplumu dönüştürme çabasında olanların başına balyoz indirerek sindirmesinden başka bir vaka değil elbette..
Yıllardan beri “monşer” dış politika anlayışı ile bize Yunanistan, Ege Kıta Sahanlığı, Kıbrıs, Suriye, İran ve Irak gibi at gözlüğüyle görebileceğimizin dışında bir dış meseleye karışmama/karıştırılmama misyonu biçilmiştir. Vizyonumuz ise batının bu dayatma politikalarını harfiyen yerine getirmek olmuştur.
İç politikada ise illa irtica, illa irtica...
İşte eksen dediğiniz şey bu.
Peki, bu ekseni kaydırmak mı toplumumuzun yararınadır yoksa muhafaza etmek mi?
Her on yılda bir ihtilalı kendine hak gören zorbaların hâkim ekseni.60’lı yıllar, 70’li yıllar, 80’li yıllar, 28 Şubat, e-muhtıra ve post modern darbe, Susurluk, Ergenekon, cami bombalanması, Ege’de kendi savaş uçağını düşürerek sanal bir savaş çıkarmak Toplumu korkularla sarmalamak.
Seçilmiş ve meşru hükümeti balyoz darbesi ile düşürme, var olan hükümetin yerine korsan hükümet kurma ve bu hükümette de Perinçek, Doğan, Balbay, Özkan Iğsız gibi darbecilerin olmasını onaylamak anlamına gelmiyor mu?
Peki, hangi izan kabul eder bu ekseni kabullenmek?
İsrail’in kuruluş tarihinden (1948) bu yana hem batılı hem de Ortadoğulu ülkeler İsrail-Filistin meselesi için zaman zaman bir araya gelip kararlar almakta. Ama bu masaya hiçbir zaman Türkiye’yi dâhil etmemekte idiler.
Irak meselesinde Türkiye’yi ikalı bile almadılar.
Cumburlop Irak işgal edildi.
Afganistan ha keza öyle..
İran’ı da öyle yapacağını sandılar ama Türkiye tarihinde ilk defa Amerika’nın kullandığı oyu kullanmadı.
Bu zamana kadar gelmiş geçmiş hangi hükümet Amerika’ya rağmen bu cesareti gösterebilmiş acaba?
Eksen kaymasını istemeyen “birileri” anlaşılan mevcut eksenden çok memnundur. Acaba diyorum; bu memnunluğun sebebi bir zamanlar “Köşk’teki” mektup arkadaşlığının verdiği sorumluluktan mı kaynaklanıyor?
Sağ-sol-İslamcı birçok yazarı bu konudaki makalelerine göz attım.
Eksen kaymasını kabul edeni göremedim.
Örneğin: Ünlü Sosyolog Nuray Mert Radikal gazetesindeki Makalesinde; “Türkiye’de, ‘Doğu ve Batı’ gibi çok genel bir başlıktan söz edilecek olursa, yakın zamana kadar ‘egemen’ yaklaşımın ‘Batı’ya yamanmak’ hevesi, gözü Batı’dan başka bir şey görmemek, ‘Doğu’ya, ‘Arap Dünyası’na, ‘Müslüman coğrafya’ya Orientalist bir küçümseme ile bakmak olduğu, aşikârdır. Bu anlamda bir eksen kayması söz konusu oluyor ise, ben bundan ancak memnuniyet duyarım. Bugüne gelinen süreci, sadece AKP’nin ‘İslamcı’ eğilimi ile açıklamak ve bundan kaygı duymak da, olayları anlamak, anlamlandırmak açısından eksik ve hatalı olur diye düşünüyorum.” Diyor.
Bu bakış açısını doğru kabul eden bir eleştirmen ve ideolojik olarak hiç de yakınında durmayan bir kalemin fikir namusluluğuna şapka çıkarmak gerekir diye düşünüyorum. Hiç olmazsa Nuray Mert kadar fikir namusu sorumluluğu olmak gerekir.
Hürriyetten Hadi Uluengin; “Son Güvenlik Konseyi kararının aslında Amerikan iç politikasına yönelik bir girişimle de bütünleştiğini mutlaka ve mutlaka da görmemiz gerekiyor. O da şu ki, Obama yönetimi kendisini İran konusunda gevşeklikle suçlayan neo-con ve Siyonist lobileri teskin etmek, deyim yerindeyse “ağızlarına bir parmak bal çalmak” ve böylelikle de muhtemel yeni “açılımlar” için marj ve denge sağlamak zorundaydı.” Diyor.
Hadi Uluengin bile İran’a yaptırım için toplanan Güvenlik Konseyinin kararını Amerika’nın iç meselesi olarak görürken içimizdeki siyaset “uzmanlarının !” “ekseni kaydırmak” ile suçlamalarına ne demeli bilemiyorum.
Konuyu en güzel özetleyenlerden biri de Milli Gazete’den Zeki Ceyhan’dır. “Hâsılı eksen kayması iddiası kocaman bir yalandan ibarettir, işin aslı ise kaymış olan eksenin düzeltilmesinden ibarettir! “
Taha Akyol ise; “Türkiye’nin ihracatı on yılda 20 milyarlı rakamlardan 100 milyar doların üstüne çıkmış, ihracatımızda AB dışı ülkelerin payı AB’yi 8 puan geçmiştir!
İhracatımızın en çok arttığı bölge, en hızlı genişleyen pazarımız, İslam dünyasıdır!
Bunlar gurur verici başarılardır. Amerika’daki Neo-Con’lar ve bugün İsrail propagandası, Türkiye’yi Hamas ve İran ‘aile fotoğraf’ı içinde bir ülke olarak göstermek için ter döküyorlar. AKP hakkındaki “İslamo Faşist” suçlaması eski bir Neo-Con kampanyasıdır.” Diyor.
Haber Türk’ten Hasan Bal; en can alıcı vurguyu yapmıştır. Eksen kayması teranelerine çok güzel bir cevap bu. “Bugün Türk dış politikasında eksen kayması olduğu yönünde yapılan eleştiriler, Türkiye’nin imkânlarının arttığını ve çevre ülkeler tarafından model ülke olarak görüldüğü gerçeğini gözden kaçırmaktadır. Türk dış politikasında bir eksen kaymasından değil, ancak bir öz güven patlamasından söz edilebilir. Üzerinde asıl durulması gereken de bu öz güven patlamasının Türkiye’nin gücü ile orantılı olup olmadığıdır.”
Toktamış Ateş; Endonezya'dan Afganistan'a; Filistin'den Bosna'ya kadar her problemli alanda "müdahalemiz" vardır ve saygı uyandırmaktadır.
Tayyip Erdoğan Trabzon’daki TOKİ’nişn açılış töreninde ;"Önceki gün yine manşet attılar, 'Türkiye Batı'dan kopuyor, Türkiye yönünü Arap ülkelerine döndü' diye yaygara koparıyorlar. Açın bakın İsrail basınına da inadına aynı şeyi söylüyorlar. İsrail destekli uluslararası basın da aynı şeyi söylüyor. Talimatı aynı yerden alıyorlar. Bunu yabancı basın dedi diye sen neden yemeyip içmeyip bu iftiraları, bu kara propagandayı hemen kendi gazetene taşıyorsun?" dedi.
Başbakan Erdoğan, "O yabancı gazete, İsrail'e hizmet etmek için kurulmuş, görevini yapıyor. Peki sen kime hizmet ediyorsun? sen hangi görevi yerine getiriyorsun? Senin ülken bir mücadele veriyor, senin milletin ayağa kalkmış, ölen kardeşleri için ağlıyor. Peki, sen hangi ülkeye, hangi millete hizmet ediyorsun?" diye konuştu.
Davutoğlu, “Türkiye’nin eksenini tarihi ve coğrafyası belirler, kendi eksenidir, Anadolu’dur. Boyutu ise çok farklıdır. Pergelin sabit ayağını Anadolu’ya koyarız, diğer ayağını dünyanın her köşesinde her yere ulaştırmaya çalışırız. Aksi halde çevremizi düzenlemezsek Anadolu coğrafyasında oturamayız” diye tanımlamaktadır..
İşte ufuk bu.
İşte Vizyon bu…
İşte dik duruş bu,
İşte Türk’ün misyonu bu….
Siyasi partilerin bir birini eleştirmeleri kadar doğal bir şey olamaz. Bu demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ancak, siyasi rakibimi alt edemiyorsam “iftira” atarım ve bunu da inanç sömürücülüğü adına yaparım anlayışı tam bir satılmışlıktır. Yapmayalım.Yazık günahtır.Bühtan imansızlığın alametlerindendir. Hele hele bunu bilerek yapıyorsak maazALLAH.. HafezenALLAH…
Fıkra bu ya...
Bizim Temel işsiz güçsüzdür.İstanbul’da bir iş bulurum düşüncesiyle otobüse biner, ver elini İstanbul.Çok uğraşır ama sonunda Belediyeye cenaze arabasında şoförlük yapmak üzere işe başlar.İşi gereği İstanbul’un her yerini öğrenir zamanla…Nişantaşı’nı ve ününü de öğrenir.Boş olduğu bir gün cenaze arabasıyla Nişantaşı’na gider..Niyeti hafif meşreptir. Bir kız görür..”Hadi gezelim” der. “Bununla mı?” Diye cevap verir kız. Temel bütün saflığıyla; ”Beğenemedun mi da… Herkes bu arabaya binmek içun öleyi daa..” Diye cevap vermiş.
Selam ve dua ile...